Antiochealı İoannes Chrysostomus 397 yılı sonlarında imparatorluk emirnamesi ile Constantinopolis’e getirtildi ve 26 Şubat 398’de bürokrasinin de desteği ile başkent Yeni Romctnın piskoposu olarak atandı. İskenderiye patriği Theophilus bu atamayı çok gönülsüz bir şekilde onayladı. Chrysostomus kendisi için tamamen sürpriz olan bu atamada ilk başlarda imparatorun (ve İmparatoriçe Eudoxia’nın) ve başkent bürokrasisini tam desteğine sahipti.
Buradan onun uzun bir piskoposluk kariyerine sahip olacağı sonucuna varmak mümkündü. Ancak, daha piskoposluğunun altıncı yılında (403 yılı sonbaharında) imparatorluk ailesinin girişimleriyle Chrysostomus ’un rakipleri tarafından oluşturulan bir sinod onu ilk kez sürgüne gönderdi. Sahip olduğu çok geniş popüler desteğin başkentte yaratabileceği potansiyel tehlike ve aynı zamanda imparatorluk ailesinin yaşadığı bir kazarım da etkisiyle imparator İoannes’in sürgün fermanım imzaladığı günün ertesinde onu geri çağırmak zorunda kaldı. Ne var ki, aynı yılın sonuna doğru imparator, İoannes ile ilişkisini tamamen kesti ve 20 Haziran 404’de tekrar sürgüne gönderdi. İoannes Chrysostomus bulunduğu sürgün yeri Cucusus’tan (Cappadocia’da) bir başka yere, Karadeniz kıyılarında bir noktaya taşınırken yolda, 14 Eylül 407’de, Tokat civarında öldü.
Başlangıçta çok gelecek vaadeden İoannes Chrysostomus’un kariyeri böylece kısa süre içerisinde felaketli bir şekilde sona erdi. Bu nasıl oldu? İoannes’in kısa kariyerinin sonunu getiren pek çok faktör olmakla birlikte, burada İskenderiye patriği Theophilus’un rolü özellikle anılmaya değerdir, çünkü İoannes’in seçimi, daha baştan İskenderiye ve Constantinopolis arasındaki diplomatik tansiyonun yükselmesine yol açmıştı.
Bu gerilimde İsa doktrinine ilişkin bir tartışmanın siyasal çalgı aleti olarak kullanılması veya kullanılmaya teşebbüs edilmesi bir yönüyle çok şaşırtıcı değildir, çünkü Geç Antikçağ’da kiliselerarası diplomatik gerilimlerde, birbirlerini Ortodoks olmamakla suçlamak yaygındı. Dolayısıyla bu bölüm çerçevesinde, Constantinopolis patrikleri İoannes Chrysostomus ve Nestorius’un düşüşüyle sonuçlanan iki büyük gerilimde İsa doktrininin nasıl siyasallaştırıldığı incelenecektir. Her iki başkent patriğinin kaderleri arasında çok çarpıcı paralellikler görülmektedir.
Her ikisi de Antiochea Kilisesi çevresinden gelmişler ve ikisinin görev süreleri beklenenden çok daha kısa sürmüştür. Her ikisinin düşüşünde saraylı kadınlar aktif rol oynamışlardır. İoannes’in ve Nestorius’un düşüşünü hazırlayan süreçte İskenderiye patrikleri çok önemli yönlendirici rol oynamışlardır. İoannes’in ve Nestorius’un düşüşünde teoloji (farklı algılayışlar inkar edilemezse de) politik bir enstrüman olarak kullanılmıştır. Bu ikisi arasında İoannes Chrysostomus şanslıdır, İmparator Arcadius tarafından sürgüne gönderilmiş ve orada ölmesine rağmen, ölümünden kısa bir süre sonra kutsal kalıntıları başkente getirilmiş ve Hıristiyan azizler arasındaki yerini almıştır.
Halbuki Nestorius, İmparator II. Theodosius’un fermanıyla gönderildiği sürgünden asla geri dönmemiş ve Mısır’da düşmanlannın arasında ölmüştür. İoannes Chrysostomus sonraki dönem Hıristiyanlannın anılarında ideal bir piskopos olarak yer etmesine karşın, Nestorius’un ismi sadece beşinci yüzyılda değil sonraki dönemlerde sapkınlık etiketi olarak yaşamaya devam etmiştir. Nestorius’un izleyicileri İran’daki Sasanilerin de desteğiyle ayrı bir kilise kurup ‘Doğu Kilisesi’ olarak varlıklarını sürdürmüşlerdir.