İstanbul’un kuruluş efsaneleri

0
219

Ünlü yazar, ressam ve şairlerin üzerinde hayal kurdukları, sanatlarını icra ettikleri, her köşesinin insanı başka bir hayal alemine sürüklediği eşsiz bir kenttir İstanbul…

Deniz ile karanın birbirine bu kadar yakıştığı başka bir şehir göremezsiniz.

Bu şehir İstanbul’dur. İnsanlar tarafından keşfedilmesi ise çok uzun zaman gerektirmemiştir. Ve bunun tarihi o kadar eskidir ki, gerçeği efsanelerde aramaya mecbur oluruz çoğu kez. Kuruluşuna dair pek çok rivayet bulunmasına karşın, bunların arasında en ilginci ise, Hz. Süleyman ile ilgili olandır…

Hz. Süleyman’ın efsanesi

Rivayet edilir ki, kurda kuşa, yere göğe, ine cine, yeryüzündeki her şeye ama her şeye hükmeden bir peygamber varmış. Adı Süleyman’mış. Bu Peygamber’e boyun eğmeyen ise sadece tek bir hükümdar varmış. O da Magrib’te, uçsuz bucaksız deniz üzerinde bir adada yaşayan Ankur’muş. Ankur kimsenin karşısında eğilip bükülmezmiş. Bunu duyan Süleyman Peygamber, hiç vakit kaybetmeden Magrib’e hemen bir sefer düzenlemiş. Askerden, hayvanlardan, peri ve cinlerden oluşan ordusuyla binmiş koca karınlı gemisine.

Az, uz, dere tepe düz gittikten sonra varmışlar Magrib’e. Ankur çıkıverrmiş Süleyman’ın karşısına. İnsanın, cinin, kurdun, kuşun, deryanın ve rüzgârın padişahı önünde dayanamayarak, kısa sürede perişan olmuş hükümdar. Süleyman Peygamber Ankur’a “bâtılı bırak geç hak dinine!” demiş. Ankur boyun eğmemiş, böbürlendikçe büyüklenmiş…

Bunu gören Süleyman Peygamber de, ateş saçan kılıcıyla kesivermiş Ankur’un kafasını ve neyi var neyi yok el koymuş hepsine.

Ankur’un kızı

Ankur’un dünyalar güzeli bir kızı varmış, adı Şemsiye. Süleyman Peygamber onunla evlenerek ülkesine dönmüş. Fakat Şemsiye bir türlü alışamamış yeni hayatırla. Günden güne eriyip gidiyormuş üzüntüsünden. Süleyman Peygamber de dayanamayarak şöyle demiş günlerden bir gün karısına: “Ağlaya ağlaya kendini helak edeceğine varsa bir dileğin söyle bana!” Şemsiye de benzeri bulunmaz bir yerde, muhteşem bir saray yaptırmasını istemiş kocasından.

Şemsiye’nin arzusu

Süleyman Peygamber, kuşlara, perilere, cinlere, devlere, yeryüzündeki her şeye, her birine, kendi dillerinde, eşi benzeri bulunmayan bir yer aramalarını buyurmuş. Doğudan batıya, kuzeyden güneye, Arabistan Çölleri’nden, okyanus üzerindeki adalara, dahası Kafdağı’nın ardına varıncaya değin, yedi iklim dört bucakta koşturup durmuşlar Süleyman Peygamberin ordusu. Sonunda da Karadeniz’i Marmara’ya bağlayan kıyılarda, üç yanı denizle çevrili bir yer bulmuşlar. Orada, ışıltılı denizde balıklar süzülüyor, yemyeşil çimenler pırıl pırıl parlıyormuş.

Resimle gelen hazin son

Süleyman Peygamber yeryüzünde eşi benzeri bulunmayan bu yerde karısı için dillere destan bir saray yaptırmış. Duvarları mermerden, kapı ve pencereleri som altından, çatısı ve balkonları gümüş kaplamalı bu sarayda, Şemsiye mutluluk içinde yaşamaya başlamış. Fakat ölen babasını da bir türlü unutamıyormuş. Her zaman babasını anımsamak ve gönlünde onu yaşatabilmek adına bir resmini yaptırtmış. Bu portrede Ankur, kızını istemeye gelen bir şehzadeyi karşılamaktaymış. Bu resimle geçmişin özlemini duyumsayan Şemsiye, eski dinine de özlem duyar olmuş ve gizli gizli bu dinin gereklerini yerine getirmeye başlamış. Kurdun kuşun, denizin rüzgârın, inin cinin peygamberi Süleyman, Şemsiye’nin ne yaptığını duyunca, karısı demeden vurduruvermiş boynunu. Daha sonra Süleyman Peygamber, o büyük ve muhteşem sarayı bırakıp kutsal topraklara gitmiş. Orada ise, Hz. Davut’un yapmakta olduğu Mescid- i Aksa’yı tamamlarken ölmüş.

Read More about Kaunos

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz